1 Eylül 2011 Perşembe

İlginç bilgiler

Az ışıkta okumak gözlere zarar vermez. Ama gözlerinizin gereksiz yere yorulmasını istemiyorsanız aydınlık yerde okuyun.
Yanlış dereceli gözlük gözleri bozmaz.Bilgisayarla çalışmak gözleri bozmaz sadece yorar.
Dünyadaki ısı 1900 yılından itibaren 0.7 derece arttı.
600 tane bitki cinsi et yiyendir. (Camiraous)
Yunuslarin beyni insanlarinkinden daha büyüktür.
Arılar, sivrisinekler ve diğer ses çıkaran böcekler kanatlarıyla bu sesi çıkarırlar.
insanlar ömrü boyunca 20 kilo toz yutarlar.
Shakespeare 23 Nisan ´da doğdu ve 23 Nisan ´da öldü.
Dünyada en çok kullanılan isim Muhammed ´dir.
Michael Jardan ´ın bir senede Nike reklamlarından kazandiği para,
Malaysia´daki Nike fabrikasinda çalisan tüm personelin aldığı senelik maaştan daha fazladır.
amerikalılar hergün 1.6 milyondan fazla saat trafik sıkışıklığında zaman kaybediyorlar.
Bir oyun ne önemi vardır. 1923 ´de bir oy, Adolf Hitler ´i Nazi partisinin liderliğine getirdi.
Amerika ´da sandviçlerin %50 ´si öğle yemeklerinde, %28 ´i ise akşam yemeğinde yeniliyor.
Her insan günde ortalama 2 kilo çöp üretiyor
Kibrit kutusu kadar bir altın,bir tenis kortu büyüklüğüne kadar inceltilebilir.
İnsan günde ortalama 80 ile 100 saç teli döker.
Altmış yaşında, insanlar tat alma duyularının %50´sini kaybederler.
El tırnakları, ayak tırnaklarından daha hızlı büyürler.
Gülmek için 17 adeleye ihtiyaç vardır. Surat asmak için ise 43 adeleye ihtiyaç vardır.
İnsan vücudunda 600 ´ü aşkın adele vardır.Beynin %85 ´i sudur.
İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir.
Gözleri açık tutarak hapşırmak imkansızdır.
Bir insan yedi dakika içerisinde uykuya dalar.
Sıcak su soğuk sudan daha ağırdır.
Mexico City her sene 25 cm. kadar batıyor.
Peru ´da hiç umumi tuvalet yoktur.
Sağ elini kullanan insanlar, sol elini kullananlara göre ortalama dokuz yıl daha fazla yaşıyorlar.
Bir insan yaşamı boyunca iki yüzme havuzu dolduracak kadar tükürük salgılar.
Telefonunuz 201 parçadan oluşur.
Yetişkin bir insan günde ortalama 23.000 kez nefes alır.
Amerikan halkının %49 ´u hergün kişi başına 3.3 fincan kahve içiyor.
Sarışinların esmerlere göre daha fazla saçı vardır.
İnsanlar yaşamları boyunca altı filin ağırlığına eşit miktarda yiyecek tüketiyorlar.
Döllenmeden doğuma kadar bir bebeğin ağırlığı beş milyon kat artıyor.
İnsan vücudu bir saniyede iki milyon kırmızı kan hücresi üretir.
Aynı parmak izi gibi, her insanın dil izide farklıdır.
Ortalama bir insan yılda 1.460 ´in üzerinde rüya görür.
Soğan doğrarken sakız çiğnemek göz yaşarmasını önler.
Vücudumuzdaki kemiklerimizin dörtte biri ayaklarımızda bulunur.
Ampulü icat eden Thomas Edison karanlıktan korkardı.
Kürdan, Amerikalıların boğulmasına en fazla neden olan nesnedir.
İtalyan bayrağının tasarımını Napoleon Bonaparte yapmıştır.
Kağıt parçalar ilk kez Çin ´de kullanılmıştır.
Ketçap önceleri ilaç olarak kullanılıyordu.
Uzay yolculuğunda taşınacak her kilo için gerekli olan yakit miktarı 530 kg´dır.
Salatalık bir sebze değil, meyvedir.
Eski zamanlarda dinamit yapımında yerfıstığı kullanılırdı.
Dracula, tarih boyunca sinemaya en fazla uyarlanan hikayedir.
İnsanlar vücutlarinda 300 adet kemikle doğuyorlar ama yetişkin olduklarında bu sayı 206 ´ya düşüyor.
Ortalama olarak, Amerika´da günde üç adet cinsiyet değiştirme operasyonu gerçekleşmektedir.
Eskimolar buzdolaplarını yiyeceklerin donmaması için kullanırlar.
Telefonun mucidi Alexander Graham Bell, karısı ve annesiyle hiçbir zaman telefonda konuşamadı. Çünkü ikiside doğuştan sağırdı.
İnsan terinin bir santimetrekaresi 625 tane ter bezi içerir.
Hindistan ´da oyun kağıtları yuvarlaktır.
Çocuklar baharda daha fazla büyüyor.

Dunyanin En Önemli Bilgileri

Dünyada her dakika iki tane düşük şiddette deprem olmaktadır.
Hindistan'daki yıllık doğum sayısı, Avustralya'nın toplam nüfusundan fazladır.
Rusya'nın dörtte biri ormanlarla kaplıdır.
Tarih boyunca yeryüzünde bulunan altın 200 kat daha fazlası okyanuslarda bulunmaktadır.
Köpeklerin ter bezleri ayaklarındadır.
Yazar Rudyard Kipling sadece siyah mürekkep kullanırdı.
Mickey Mouse'dan önce en meşhur çizgi film kahramanı Felix The Cat'di.
Larry Hagman (JR.)Dallas dizisinin setinde hiç kimsenin sigara içmesine izin vermezdi.
Salatalığın yüzde 96'sı sudur.
Bir kilo limonda bir kilo çilekten daha fazla şeker vardır.
Peru'da hiç umumi tuvalet yoktur.
Timsahlar renk körüdür.
Yarım kilo bal yapabilmek için arılar iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorundadırlar.
Tarantulalar iki buçuk yıl yiyeceksiz yaşayabilirler.
Havuca rengini karoten verir.
İnciler sirkede erir.
Venüs saat yönünde dönen tek gezegendir.
İnternetin yıllık büyüme yüzdesi 314.000'dir.
Rodin'in ünlü 'Düşünen Adam' heykeli aslında İtalyan şair Dante'nin portresidir.
En fazla asfaltlı yola sahip ülke Fransa'dır.
Sihirli sözcük 'abrakadabra' ilk olarak yüksek ateşli hastaların ateşlerini düşürmek için söylenmişti.
Marilyn Monroe'nun altı ayak parmağı vardı.
Albert Einstein dokuz yaşına kadar düzgün konuşamamıştı.
Her iki taraf da kan bağışında bulunursa, Paraguay'da düello yapmak yasaldır.
Eiffel Kulesi'nin tepesine çıkana kadar 1792 basamak vardır
Sümüklüböceklerin dört tane burnu vardır.
Elektrikli sandalye İsac Edison tarafından icat edilmiştir.
Bugüne kadar bilinen en ağır böbrek taşı 1.36 kg.
Hapşırdığımız zaman, kalbimiz de dahil olmak üzere bütün vücut fonksiyonlarımız bir an için durur...
Külot giymediği için, Donald Duck'in çizgi filimlerinin Finlandiya'da oynatılması yasaktır...
Mexico City her sene 25cm. kadar batıyor...
Çocuklar baharda daha fazla büyüyor.
Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.
İnek sütünün pH değeri 6'dır.
Bir timsahın gözlerinin arasındaki mesafe, ayaklarının büyüklüğüne eşittir
Dalmaçyalılar gut olmayan tek köpek cinsidir.
Değerli taşların çoğu birkaç elementten oluşur, sadece pırlanta tamamen karbondan oluşur.
Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat daha uzundur.
Global ısınma yüzünden yükselen deniz seviyesi 2050 yılında Shangai ve deniz kıyısındaki diğer Çin şehirlerinde büyük sellere neden olacak. Bu sellerde 76 milyon kişi evsiz kalacak.
Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır.
Hipopotamlar insandan daha hızlı koşarlar.
İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak baş parmağınki, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmağınkidir.
Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır.
Güney Kore başkenti Seul, Kore dilinde "başkent" anlamına gelmektedir.
Kanada, Kızılderili dilinde "büyük köy" anlamına gelmektedir.
İngilizcedeki Wendy ismi, Peter Pan hikayesinde kullanılmak üzere uydurulmuştur.
Sahra Çölündeki Tidikelt kasabasına on yıl boyunca hiç yağmur yağmamıştır.
Mumyaların ayak parmakları tek tek sarılarak mumyalanmıştır.
Dünyadaki ilk telefon rehberinde sadece elli isim yer almıştı.1878 yılının şubat ayında Connecticut New Haven'da yayımlanmıştı.
Yataktan düşerek ölme olasılığı iki milyonda birdir.
Ünlü çizgi film kahramanı Temel Reis, 1919 yılında Elzie Crisler Segar tarafından yaratıldı.
Hindistan'da oyun kağıtları yuvarlaktır
Uyurken, televizyon seyrederken yaktığımızdan daha fazla kalori harcıyoruz
Kadınlar erkeklere oranla, iki kat daha fazla göz kırpar...
Buckingham Sarayı'nda 602 oda bulunuyor.
Ortalama bir buzdağının ağırlığı 20 milyon ton.
İnsanlar beyinlerinin %10'unu kullanırlar.
18 Subat 1979 tarihinde sahra çölüne kar yağmış.
Amerikan havayolları, uçuşlarda yolculara sunduğu kahvaltılarda, her tepsiden bir zeytini kaldırarak, 1987 yılında, 40 bin dolar kâr etmiştir.
İlk çamaşır makinesı 1907 yılında Hurley Machine Co. Tarafından pazarlandı.
Kıta isimlerinin hepsi aynı harfle başlayıp aynı harfle biter.
Avustralya'daki tuvaletlerin sifon suları saat yönünde akar.
ABD'de, yaşları 20 ile 29 arasında olan zenci erkeklerin üçte biri ya hapiste ya da gözaltında tutulmaktadır.
Ortalama bir erkek, hayatının 3350 saatini tıraş olmak için harcar.
Geçen 3500 yılın, sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştır.
Sallanan sandalyede hiç durmadan sallanma rekoru 440 saattir.
Bir cam kırıldığında, ufalanan parçalar saatte üç bin millik bir hızla etrafa saçılır.
İnsan saçı, üç kilo ağırlık kaldırabilecek esnekliktedir.

Günümüzde, evlenenlerin yüzde ellisi boşanmaktadır.
Beethoven beste yapmadan önce kafasını soğuk suya sokardı.
Dünyadaki hayvanların yüzde sekseni altı ayaklıdır.
Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çökmesi bir saatten uzun sürer.
Bugüne kadar ölçülmüş en büyük buz dağı, 200 mil uzunluğunda ve 60 mil genişliğindedir ve Belçika'dan daha büyük bir yüzölçümüne sahiptir.
Charles Dickens, uykusuzluk hastalığına yakalanmıştı. Sadece yüzünü kuzeye dönerse uyuyabileceğine inanıyordu.
Bugüne kadar kaydedilmiş en büyük dalga, 1971 yılında Japonya'nın Ishigaki Adası'nda 85 metre yüksekliğine ulaşmıştır.
Açık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı yıldızı görmek mümkündür.
Herhangi bir okyanusun en uzak olduğu nokta Çin'dir.
Rusya'da doğudan batıya doğru seyahat edilirse, yedi saat kuşağı geçilir.
Norveç'in kuzeyinde, her yaz 14 hafta gece gündüz güneşli geçer.
Dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi bambu, bir günde 90cm. kadar uzuyor.
İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir..
Eğer Barbi gerçekten yaşasaydı, vücut ölçüleri 97-72-82 cm olacaktı...
İnsanlar vücutlarında 300 adet kemikle doğuyorlar, ama yetişkin olduklarında bu sayı 206'ya düşüyor.
Tom Sawyer daktiloda yazılan ilk romandır.
Bir insan yaşamı boyunca iki yüzme havuzunu dolduracak kadar tükürük salgılar.
Newton, yer çekimi kanununu farkettiği zaman, 23 yaşındaydı.
Ödemeli telefon konuşmalarının çoğu, babalar gününde ediliyor.
Sadece insanlar ve yunuslar zevk için cinsel ilişkide bulunurlar.
Ayı inlerinin girişleri her zaman kuzeye bakar.
Kedilerin beyninde 32 adet kas vardır.
Üzerinde barkodu olan ilk ürün Wrigleys marka sakızdır.
Bir devekuşunun gözu beyninden büyüktür.
Aslanlar bir günde 50 kez sevişebilirler.
Güney Kore başkenti Seul, Kore dilinde "başkent" anlamına gelmektedir.
Her 25 kişiden biri astim hastasidir.
Uranus, ciplak gozle gorulebilen bir gezegendir.
Kaptan Cook, Antarktika haric butun kitalara ayak basan ilk insandir.
Gunişigindan daha fazla yararlanmak icin saat uygulamasini Benjamin Franklin başlatmiştir.
Bugune kadar kaydedilmiş en buyuk dalga, 1971 yilinda Japonya'nin ishigaki Adasi'nda 85 metre yuksekligine ulaşmiştir.
Sahra colundeki Tidikelt kasabasina on yil boyunca hic yagmur yagmamiştir.
Başkan John F. Kenndy, yirmi dakikada dort gazete okuyabilirdi.
Mumyalarin ayak parmaklari tek tek sarilarak mumyalanmiştir.
Dunyadaki ilk telefon rehberinde sadece elli isim yer almişti.1878 yilinin şubat ayinda Connecticut New Haven'da yayimlanmişti.
Yataktan duşerek olme olasiligi iki milyonda birdir.
unlu cizgi film kahramani Temel Reis, 1919 yilinda Elzie Crisler Segar tarafindan yaratildi.
İlk camaşir makinesi 1907 yilinda Hurley Machine Co. Tarafindan pazarlandi.
Kita isimlerinin hepsi ayni harfle başlayip ayni harfle biter.
Herhangi bir okyanusun en uzak oldugu nokta cin'dir.
Kiş aylarinda, Moskova'daki buz pateni pistleri 250 bin metrekarelik bir alani kaplar.
Rusya'da dogudan batiya dogru seyahat edilirse, yedi saat kuşagi gecilir.
Norvec'in kuzeyinde, her yaz 14 hafta gece gunduz guneşli gecer.
Sadece dişi sivrisinekler isirir.
Dunyada her dakika iki tane duşuk şiddette deprem olmaktadir.
Hindistan'daki yillik dogum sayisi, Avustralya'nin toplam nufusundan fazladir.
Rusya'nin dortte biri ormanlarla kaplidir.
Tarih boyunca yeryuzunde bulunan altin 200 kat daha fazlasi okyanuslarda bulunmaktadir.
Kopeklerin ter bezleri ayaklarindadir.
Yazar Rudyard Kipling sadece siyah murekkep kullanirdi.
Mickey Mouse'dan once en meşhur cizgi film kahramani Felix The Cat'di.
Larry Hagman (JR.)Dallas dizisinin setinde hic kimsenin sigara icmesine izin vermezdi.
Salataligin yuzde 96'si sudur.
Bir kilo limonda bir kilo cilekten daha fazla şeker vardir.
Yarim kilo bal yapabilmek icin arilar iki milyondan fazla cicekten bitki ozu toplamak zorundadirlar.
Sadece dişi kanaryalar otebilir.
Tarantulalar iki bucuk yil yiyeceksiz yaşayabilirler.

Kendi dirsegini yalamanin imkansiz oldugunu ?
Ördegin vakvaklamasinin yanki yaratmadigini ve bunu kimsenin aciklayamadigini?
Dünyadaki fotokopi makinelerinde meydana gelen arizalarin %23 unun, makinenin ustune oturup kendi popolarinin
Fotokopisini cekmek isteyen insanlar sayesinde meydana geldigini?
İdrarin zifiri karanlikta parladigini?
Eger cok siddetli hapsirirsan, kaburgalarindan birini kirabilecegini?
Hapsirmayi engellemeye calisirsan,basindaki veya boynundaki damarlardan birinin yirtilabilecegini ve olebilecegini?
Hapsirdigin sirada gozlerini acik tutmaya calisirsan, yerlerinden firlayabileceklerini?
Domuzların vücut yapilarindan dolayi hicbir zaman baslarini yukari kaldirip gokyuzune bakamadiklarini?
Dünya nüfusunun %50 sinin hic telefonla konusmadigini?
1 saat sureyle kulaklıkla birsey dinlemenin kulaktaki bakteri sayisini %700 arttirdigini?
Çakmağın kibritten önce bulunduğunu?
parmak izleri gibi dil izlerinin de her insan için benzersiz olduğunu?

Havuca rengini karoten verir.
Sabahları elma kahveden daha fazla uykunuzu açar!
Walt Disney'in kendisi fareden korkardı!
İnekler merdiven çıkabilir, ama inemezler!!
Meşe ağaçları elli yaşından önce palamut vermez.
Hindistan`da oyun kagitlari yuvarlaktir.
Odemeli telefon konusmalarinin cogu babalar gununde ediliyor.
Ortalama bir pire, kendi buyuklugunun 150 katiyukseklige ziplayabiliyor.Bu orani tutturmak icin bir insanin yaklasik 30 metre ziplamasi gerekli.
Eger barbie gercekten yasasaydi vucut olculeri 97-72 82 cm olacakti.
insanlar vucutlarinda 300 adet kemikle doguyorlar ama yetiskin olduklarinda bu sayi 206 ya dusuyor.
Her dort amerikalidan biri mutlaka televizyonda gorunuyor.
Uyurken, televizyon seyrederken yaktigimizdan daha fazla kalori harciyoruz.
Kelebekler ayaklariyla tat alirlar.
Sarişinlarin esmerlere gore daha fazla saci vardir.
Yillara gore ortalama alindiginda , her sene esekler tarafindan oldurulen insan sayisi ucak kazalarinda olenlerin sayisindan dahafazla.
insan vucudundaki en guclu kas dildir.
Gozleri acik tutarak hapsirmak imkansizdir.
insanlar beyinlerinin sadece %10`unu kullanirlar.
Filler ziplayamayan tek memelidir.
Elektrikli sandalye bir disci tarafindan icat edilmistir.
Bir karincanin koku alma yetenegi en az bir kopeginki kadar gelismistir.
Amerikan havayollari, ucuslarda yolculara sundugu kahvaltilarda hertepsiden bir zeytini kaldirarak 1987 yilinda
40 bin dolar kar etmistir.
Yetiskin bir ayi, bir at kadar hizli kosabilir.
Atlarin insanlardan 18 tane fazla kemigi vardir.
Fareler ve atlar kusamaz.
Hapsirdiginiz zaman, kalbiniz de dahil olmak uzere butun vucut fonksiyonlariniz bir an icin durur.
Tom sawyer daktiloda yazilan ilk romandir.
Hamambocekleri yaklasik olarak 250 milyon yildir yasadiklari halde hicbir degisime ugramamislardir.
Gozlerimiz hicbir zaman buyumez. Ama burnumuz ve kulaklarimizin buyumesi asla sona ermez.
Kediler ultrason seslerini duyarlar.
Zurafalarin ses telleri yoktur.
Bir hamambocegi kafasi koptuktan sonra acliktan olmeden dokuz gun yasayabiliyor.
ingiltere`deki butun kugular kralicenin malidir.
Kutup ayilari solaktir.
Amerika`da satisa sunulan ilk cd, bruce springsteen`in "born in theusa" albumudur.
Bir karinca kendi agirliginin elli kati agirligi kaldirabilir.
Timsahlar dillerini disari cikaramazlar.
Zurafa 35 cm uzunlukta siyah bir dile sahiptir.
Yunuslar bir gozleri acik uyurlar.
Kangurular geri geri yuruyemezler.
Zebralar beyaz uzerine siyah cizgilidir.
Dunyanin bir numarali domuz ureticisi ve tuketicisi cinliler.
Bugune kadar bilinen en agir bobrek tasi 1.36 kg.
Dunyanin en hizli buyuyen bitkisi bambu, bir gunde 90 cm kadar uzuyor
18 subat 1979 yilinda sahra colune kar yagmisti.
İnsanlar yasamlari boyunca alti filin agirligina esit miktarda yiyecek tuketiyorlar.
Dunyanin en buyuk seker ihracatcisi kuba`dir.
Eskimo dilinde kar yagislarinin farklarini tarif etmek icin kullanilan yirmiden fazla sozcuk vardir.
En yakin olduklari noktada, rusya ve amerika`nin birbirlerine uzakliklari dort km `den daha azdir.
Buckingham sarayi`nda 602 oda bulunuyor.
Yeni zelanda, dunyadaki her turlu iklimin yasandigi tek ulke.
Newton, yer cekimi kanununu fark ettigi zaman 23 yasindaydi.
Dunyada insan basina dusen karinca sayisi bir milyon.
Sag elini kullanan insanlar sol elini kullananlara gore ortalama dokuzyil daha fazla yaşıyorlar.
Bir big mac hamburgerin ekmeginde ortalama 178 adet susam bulunuyor.
Bir insan yaşamı boyunca iki yüzme havuzunu dolduracak kadar tükürük salgilar.
Central park`ta yuzmek yasalara aykiridir.
Kirli kar, temiz kardan daha kolay erir.
Pablo picasso, parasızlık cektigi genclik günlerinde yaptigi resimleri yakarak isinirdi.
Suudi arabistan`da hic irmak yoktur.
Monakonun ulusal orkestrasi ordusundan daha genis bir kadroya sahiptir.
Zurafalar yüzemez.
Ortalama olarak, amerika`da gunde uc adet cinsiyet degistirme operasyonu gerceklesmektedir.
İnsan beyninin % 80`i sudur.
Amerika`da her saat 40 kisi kanserden hayatini kaybediyor.
Bir kromozom bir genden daha buyuktur.
ileri dogru bir adim atildiginda, insan vucudundaki 54 kas calisir.
insan beyninin ortalama agirligi 1.3kg`dir.
Birinin yuzunu hatirlamak icin beynin sag tarafi kullanilir.
Ortalama bir insan hayati boyunca iki yilini telefonda konusarak harciyor.
Ortalama bir buzdaginin agirligi 20 milyon ton.
New york bir zamanlar amsterdam`di.
Virginia woolf kitaplarinin cogunu ayakta yazmistir.
Pablo picasso, parasizlik cektigi genclik gunlerinde yaptigi resimler yakarak isinirdi.
Sigirlarin dort tane midesi vardir.
Sadece bir tane kovboy filmi kadin yonetmen tarafindan cekilmistir.
Dollenmeden sonra cocugun boyu 5 milyon kat buyur...
Yetiskin bir insan gunde ortalama olarak 23 bin kez nefes alir.
Kaslari yukari kaldirmak icin 30 kasi harekete gecirmek gerekiyor.
Erkekler kadinlara gore on kat daha fazla renk koru oluyorlar.
Penguen yuzebilen ama ucamayan tek kustur.
Sineklerin bes gozu vardir.
Baykus mavi rengi gorebilen tek kustur
Bugune kadar bilinen en agir bobrek tasi 1.36 kg.

Sivrisinek kovucu spreyler sinekleri kovmuyor. Sizi gizliyor. Sivrisineğin alıcılarını bloke ederek sizin orada olduğunuz anlamamalarını sağlıyor...
Taze kakao içinde bulunan sıvı kan plazması yerine kullanılabiliyor!!!
Hiçbir kağıt parçası 7 defadan fazla ikiye katlanamaz!!
Maymunlar her yıl uçak kazalarından daha fazla insanın ölmesine neden oluyor!!!
Uyurken TV izlerken olduğundan daha fazla kalori harcarsınız!!
Dişçiler diş fırçalarının tuvaletten en az iki metre uzakta tutulmasını tavsiye ediyorlar, sıçrama nedeniyle havaya karışan partiküllerden fırçanızın korunması için!!
Üzerinde bar kodu bulunan ilk ürün Wrigley's marka sakızdı.
Kupa papazı bıyıksız olan tek papazdır!!
Boeing 747'nin kanatları uçakla uçmayı ilk başaran Wright Kardeşlerin uçtuğu mesafeden daha uzundur.
Amerikan Havayolları 1987 yılında first-class da sunulan salatalardan bir adet zeytin eksiltmek suretiyle 40.000 USD kar etmiştir.
Sabahları elma kahveden daha fazla uykunuzu açar!
Evinizdeki toz parçacıklarının büyük çoğunluğu ölmüş deri dokusudur.
Marlboro şirketinin ilk sahibi akciğer kanserinden öldü!
Barbie'nin tam adı Barbara Millicent Roberts'dir.
Michael Jordan bir yılda Malezya'daki Nike fabrikasında çalışan tüm işçilerin toplam gelirinden daha fazla gelir kazanmaktadır.
Ördeklerin vak sesi yankı yapmaz, nedenini de kimse bilmez!!Ve..Kaplumbağalar kıçlarından nefes alabilirler!!

Yüz Temel Eser

İLKÖĞRETİM YÜZ (100) TEMEL ESER
TÜRK EDEBİYATI

1.Dede Korkut Hikayeleri (İlköğretim İçin Uyarlama)
2.Mevlana’nın Mesnevisinden Seçme Hikayeler (İlköğretim Çocukları İçin Seçme…)
3.Karagöz ile Hacivat (İlköğretim İçin Seçme Hikayeler)
4.Vatan Yahut Silistre (Namık Kemal)
5.Ömer’in Çocukluğu (Muallim Naci)
6.Gulyabani (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
7.Şermin (Tevfik Fikret)
8.Altın Işık (Ziya Gökalp)
9.Yalnız Efe (Ömer Seyrettin)
10. Çocuk Şiirleri (İbrahim Alaaddin Gövsa)
11. Hep O Şarkı (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
12. Peri Kızı ile Çoban Hikayesi (Orhan Seyfi Orhon)
13. Uluç Reis (Halikarnas Balıkçısı-Cevat Şakir Kabaağaçlı)
14. Damla Damla (Ruşen Eşref Ünaydın)
15. Bağrıyanık Ömer (Mahmut Yesari)
16. Domaniç Dağlarının Yolcusu (Şukufe Nihai)
17. Evvel Zaman İçinde (Eflatun Cem Güney)
18. Cumhuriyet Öncesi Yazarlardan Çocuklara Hikayeler (Mehmet Seyda)
19. Gururlu Peri (Mehmet Seyda)
20. Akın (Faruk Nafiz Çamlıbel)
21.Havaya Uçan At (Peyami Safa)
22.Benim Küçük Dostlarım (Halide Nusret Zorlutuna)
23.Sevdalı Bulut (Nazım Hikmet)
24.Kuklacı (Kemalettin Tuğcu)
25.Yer Altında Bir Şehir (Kemalettin Tuğcu)
26.Arif Nihat Asya’dan Seçme Şiirler (Arif Nihat Asya)
27.Sait Faik Abasıyanık’tan Seçme Hikayeler
28.Koçyiğit Köroğlu (Ahmet Kutsi Tecer)
29.Az Gittik Uz Gittik (Pertev Naili Boratav)
30.Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi (Cemal Süreya)
31.Çocuklara Şiirler (Vehbi Cem Aşkun)
32.87 Oğuz (Rakım Çalapala)
33.Yonca Kız (Kemal Bilbaşar)
34.Bitmeyen Gece (Mithat Enç)
35.Halime Kaptan (Rıfat Ilgaz)
36.Gümüş Kanat (Cahit Uçuk)
37.Vatan Toprağı (Mükerrem Kamil Su)
38.Barbaros Hayrettin Geliyor (Feridun Fazıl Tülbentçi)
39.Eşref Saati (Şevket Rado)
40.Nasreddin Hoca Hikayeleri (Orhan Veli)
41.İnci’nin Maceraları (Orhan Kemal)
42.Allı ile Fırfırı (Oğuz Tansel)
43.Tiryaki Sözleri (Cenap Şahabettin)
44.Keloğlan Masalları (Tahir Alangu)
45.Billur Köşk Masalları (Tahir Alangu)
46.Osmancık (Tarık Buğra)
47.Balım Kız Dalım Oğul (Ceyhun Atuf Kansu)
48.Falaka (Ahmet Rasim)
49.Bir Gemi Yelken Açtı (Ali Mümtaz Arolat)
50.Üç Minik Serçem (Necati Cumalı)
51.Memleket Şiirleri Antolojisi (Osman Atilla)
52.Ülkemin Efsaneleri (İbrahim Zeki Burdurlu)
53.Anılarda Öyküler (İbrahim Zeki Burdurlu)
54.Aldı Sözü Anadolu (Mehmet Önder)
55.Göl Çocukları (İbrahim Örs)
56.Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin)
57.Tanrı Misafiri (Reşat Nuri Güntekin)
58.Ötleğen Kuşu (Halil Karagöz)
59.Arılar Ordusu (Bekir Yıldız)
60.Yankılı Kayalar (Yılmaz Boyunağa)
61.Yürekdede ile Padişah (Cahit Zarifoğlu)
62.Serçe Kuş (Cahit Zarifoğlu)
63.Bir Küçük Osmancık Vardı (Hasan Nail Canat)
HAZIRLATILACAK ESERLER

64. Tekerlemeler
65. Türkçede Deyimler
66. Türk Atasözlerinden Seçmeler
67. Türk Bilmecelerinden Seçmeler
68. Türk Ninnilerinden Seçmeler
69. Türkülerden Seçmeler
70. Türk Manilerinden Seçmeler
DÜNYA EDEBİYATI

71. Küçük Prens (A. de Exupery)
72. Şeker PortakaIı (Jose Mauro de Vasconcelos)
73. 0liver Twist (Charles Dickens)
74. Alice Harikalar Ülkesinde (Lewis Carrol)
75. Gülliver’in Gezileri (Swift)
76. Define Adası (Robert Louis Stevenson)
77. Robin Hood (Howard Pyle)
78. Tom Sawyer (Mark Twain)
79. Ezop Masalları
80. Andersen Masalları I-II
81. Üç Silahşörler (Alexander Dumas)
82. La Fontaine’den Seçmeler (La Fontaine)
83. Pinokyo (Carlo Collodi)
84. 80 Günde Devr-i Alem (Jules Verne)
85. İnci (John Steinbeck)
86. Beyaz Yele (Rene Guillot)
87. Peter Pan (James Matthew Barrie)
88. Uçan Sınıf (Erich Kastner)
89. Yağmur Yağdıran Kedi (Marcel Ayme)
90. Ölümsüz Aile (Natalie Babbitt)
91. Yaşlı Adam ve Deniz (Ernest Hemingway)
92. Mutlu Prens (Oscar Wilde)
93. Şamatalı Köy (Astrid Lindgren)
94. Momo (Michael Ende)
95. Heidi (Johanna Styri)
96. İnsan Ne ile Yaşar (Leo Tolstoy)
97. Sol Ayağım (Christy Brown)
98. Hikayeler (Anton Çehov)
99. Değirmenimden Mektuplar (Alfonse Daudet)
100. Pollyanna (Elaanor Porter)

NECİP FAZIL KISAKÜREK



26 Mayıs 1905’te İstanbul’da doğdu. 25 Mayıs 1983’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Çocukluğu büyükbabasının Çemberlitaş'taki konağında geçti. Bahriye Mektebi’nde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi felsefe Bölümü’nde öğrenim gördü. Felsefe Bölümü'ndeki öğrenimini yarıda bırakarak 1924'te Paris’e gitti. Bu kez Sarbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimi almaya başladı. 1925'te öğrenimini tekrar yarıda bırakıp yurda döndü. 1926-1939 arasında İstanbul'da çeşitli bankalarda çalıştı. 1939-1943 arasında Ankara Dil ve tarih coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuvarı, İstanbul Güzel Sanatlar Akadamesi’nde dersler verdi. yazarlık, yayıncılık yaptı. İlk şiirleri 1922'de "Yeni Mecmua"da yayınlandı. Milli Mecmua, Hayat ve Varlık dergilerinde yayınlanan şiirleriyle tanındı. 14 Mayıs 1929- Ağustos 1936 arasında 17 sayı Ağaç dergisini yayınladı. 1943-1971 arasında "Büyük Doğu" dergisini çıkardı. Son Posta ve Yeni İstanbul gazetelerinde yazarlık yaptı. "Sabırtaşı" (1940) oyunuyla 1947 CHP Piyes Yarışması'nda birincilik kazandı. 1928'de basılan "Kaldırımlar" adlı şiir kitabı büyük ilgi gördü. Bu kitabın ardından uzun süre "Kaldırımlar Şairi" olarak anıldı. 1930’lardan sonra özgün şiirden koptu. Mistisizmi İslami değerlere bağlayan, dinsel ve toplumsal bir kavga sanatına yöneldi. "Sonsuzluk Kervanı" isimli şiir kitabını uzunca bir aradan sonra 1955'te yayınladı. Şiiri, üstün bir algılama sorunu ve mutlak gerçeği, yani Allah'ı arama yolunda sonsuz bir uğraş olarak gördü. Sağlam bir dil yapısına ve tirajik öğelere dayanan mistik eğilimli şiirlerinde çağdaş insanın bunalımlarını işledi. Türk şiirinde bir gizem rüzgarı estirdi, fazıl hüsnü dağlarca ile Cahit Sıtkı Tarancı'nın da aralarında bulunduğu birçok şair üzerinde etkili oldu. Garip akımın ortaya çıkışıyla şiirden uzaklaştı. Güçlü bir yazım tekniğinin görüldüğü tiyatro oyunlarında ise daha çok korku ve kaygı psikolojisini işledi.anı makale , inceleme türü eserlerinde daha çok dinsel ve siyasal konuları ele aldı.


ESERLERİ

ŞİİR:
Örümcek Ağı (1925)
Kaldırımlar (1928)
Ben ve Ötesi (1932)
Sonsuzluk Kervanı (1955)
Çile (1962)
Şiirlerim (1969)

ÖYKÜ VE ROMAN:
Ruh Burkuntularından hikayeleri(1965)
Aynadaki Yalan (1980)
Kafa Kağıdı (1984)

OYUNLARI
Tohum (1935)
Bir Adam Yaratmak (1938)
Künye (1940)
Para (1942)
Namı Diğer Parmaksız Salih (1949)
Reis Bey (1964)
Abdülhamit Han (1969)

MONOGRAFİ-MAKALE-FIKRA-ANI:
Birkaç Hikaye Birkaç Tahlil (1933) Namık kemal (1940)
Çerçeve (1940)
Son Devrin Din Mazlumları (1969)
Hitabe (1975)
İhtilal (1975)
Yılanlı Kuyudan (1970)
Hac (1973)
Babıali (1975)
İman ve İslam Atlası (1981

ÖDÜLLERİ:

1947 CHP Piyes Yarışması birinciliği Sabırtaşı ile
1980 Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü
1981 Türkiye Milli Kültür Vakfı Kültür Armağanı İman ve İslam Atlası ile



TEVFİK FİKRET


26 Aralık 1867’de İstanbul Kadırga’da dünyaya geldi. Asıl ismi Mehmed Tevfik. 12 yaşında öksüz kaldı. Mahmudiye Rüşdiyesi'nde okudu. 1888’de Galatasaray Lisesi’ni (Mekteb-i Sultani) birincilikle bitirdi. Çeşitli görevlerde memurluk yaptı. Kuzeniyle evlendi. Ticaret Mekteb-i Âlisi'nde hat ve Fransızca dersleri verdi. 1891'de "Mirsad" dergisinin açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanınca edebiat çevrelerinde adını duyurdu. 1892'de Mekteb-i Sultani'ye Türkçe öğretmeni olarak atandı. 1894'te "Malumat" dergisini çıkaranlar arasında yer aldı. 1895'te hükümetin memur maaşlarında kesinti yapmasını protesto için görevinden ayrıldı. 1896'da Servet-i Fünun Dergisi'nin Yazıişleri Müdürlüğü'ne getirildi. Dergi onun döneminde Edebiyat-ı Cedide'nin yayın organı kimliği kazandı. Aynı yıl Türkçe öğretmeni olarak Robert Kolej'e girdi. Aydınlar üzerinde süren yoğun baskılar nedeniyle birkaç kez gözaltına alındı. Bir süre sonra dergideki görevinden ayrıldı. 1906'da Robert Kolej'in hemen yanında bir ev yaptırarak "Aşiyan" adını verdi. Eşi ve oğlu Halûk'la birlikte buraya yerleşti. 1908'de 2'nci Meşrutiyet'in ateşli savunucularından biri oldu. Hüseyin Kazım Kadri ve Hüseyin Cahit Yalçın'la birlikte "Tanin" gazetesini kurdu. Gazete İttihat ve Terakki'nin yayın organı haline getirilmek istenince karşı çıktı ve Tanin'den ayrıldı.

Mekteb-i Sultani Müdürlüğü'ne getirildi. 31 Mart Olayları'nı protesto için bu görevden de ayrıldı. Ama öğrencileri ve Maarif Nazırı Naili Bey'in ısrarlarıyla göreve döndü. 8 ay sonra yeni Maarif Nazırı Emrullah Efendi ile anlaşamayınca bir daha dönmemek üzere bu görevi bırakttı. İttihat ve Terakki iktidarına da karşı çıkarak Aşiyan'a çekildi. Ağır bir şeker hastalığına yakalanmıştı. Kolundan olduğu bir ameliyatın ardından yaşamını yitirdi. Eyüp’teki aile mezarlığına defnedildi.

Küçük yaşlarda şiir yazmaya başladı. Başlangıçta Muallim Naci ile Recaizade Mahmut Ekrem şiirleri arasında uzunca bir arayış dönemi geçirdi. Daha sonra Fransız şiiriyle tanıştı. Özellikle François Coppe'den etkilenerek kendi şiirini yaratmaya koyuldu. Aşırı titiz tutumu, en küçük ayrıntılar üzerinde dikkatle durmasıyla kendine özgü bir üslup yarattı, döneminin tüm edebiyat ve şiiri üzerinde etkili oldu. Biçimsel kaygıları gözardı etmedi, sürekli yenilik aradı. 1900'de yayınlanan "Rübab-ı Şikeste"de toplumsal sorunlara ağırlık veren şiirlerin yanısıra, günlük konuşma diline yakın dille yazılmış şiirlerde vardı. Betimlemelerindeki ayrıntılı ustalığının ressamlığına bağlanır. Doğa şiirlerindeki doğayla uyumluluk da dikkat çeker. Oğlu Halûk'un şiirlerinde büyük etkisi oldu. 1911'de yayınlanan ikinci şiir kitabı "Halûk'un Defteri"ndeki şiirler, en umutlu ve iyimser şiirleridir. Bu şiirlerde oğluna ve Osmanlı gençliğine çalışkanlık, yurt sevgisi, hak ve hukuktan yana olma gibi erdemleri öğütledi.

1911'de basılan "Rübabın Cevabı"ndaki şiirlerde halkın acılarını, zorbalıkları, baskı ve haksızlıkları anlattı. Bu kitapta yer alan "arih-i Kadim'e Zeyl" başlıklı şiirde, kendisini eleştiren Mehmet Akif Ersoy'ya yanıt verdi Din ve doğa konusundaki görüşlerini açıkladı. Kendisinin doğanın bir izleyicisi olduğunu söyledi. 1914'te yayınlanan "Şermin"de yalın bir dille yazılmış, kısa dizelerden kurulu, dolaysız bir anlatımın egemen olduğu şiirler yer alır. 30'lu yaşlarından sonra çevresindeki olumsuzluklardan oldukça etkilendi. Dünya görüşü, çağının koşullarını aştı. Özgürlük ve eşitliğe inandı. Sınıfsal çıkarlara dayalı yönetim biçimini eleştirdi, belli egemen sınıfların yönettiği devlete ve bu devletin koyduğu yasalara karşı çıktı. Özel yaşamında da katı bir ahlak anlayışı sürdürdü. İnsana büyük değer verdi. Ona göre tüm soruların üstesinden gelecek, mutlu yarınları hazırlayacak olan insandır. İnsanın üstünlüğünü sağlayan ise duyarlılığı ve sezgi gücünden çok düşünme gücü ve aklıdır.


ESERLERİ

Rübab-ı Şikeste (1900-1984)
Haluk’un Defteri (1911-1984)
Rübabın Cevabı (1911-1945)
Şermin (1914-1983)
Tarih-i Kadim (1905)
Son Şiirler (1952. Yay. Haz. Cevdet Kudret)


NAMIK KEMAL

NAMIK KEMAL

21 Aralık 1840’ta Tekirdağ’da doğdu, 2 Aralık 1888’de Sakız Adası’nda öldü. Asıl adı Mehmed Kemal. Namık adını ona şair Eşref Paşa verdi. Babası, II. Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey. Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa’nın yanında, Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinde geçirdi. Bu yüzden özel öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. 18 yaşında İstanbul’a babasının yanına döndü. 1863’te Babıali Tercüme Odası’na kâtip olarak girdi. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı buldu. 1865’te kurulan ve daha sonra yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazıyordu. Gazete Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın nedeniyle 1867’de kapatıldı.

Sürgünler dönemi

Namık Kemal , İstanbul’dan uzak olması için Erzurum’a vali muavini olarak atandı. Bu göreve gitmeyi erteledi ve Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerineziya paşayla ’yla birlikte Paris’e kaçtı. Bir süre sonra Londra’ya geçerek Mustafa Fazıl Paşa’nın parasal desteğiyle ali suvanin nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı "Muhbir" gazetesinde yazmaya başladı. Ama Ali Suavi’yle anlaşamadı, Muhbir’den ayrıldı. 1868’de gene Fazıl Paşa’nın desteğiyle "Hürriyet"gazetesini çıkardı. Çeşitli anlaşmazlıklar yüzünden, Avrupa’da desteksiz kalınca, 1870’te zaptiye nazırı Hüsnü Paşa’nın çağrısıyla İstanbul’a döndü. Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik beylerle birlikte 1872’de "İbret" gazetesini kiraladı. Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete 4 ay kapatıldı. İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atandı. Orada yazmaya başladığı "Vatan Yahut Silistre oyunu u, 1873’te Gedikpaşa Tiyatrosu’nda sahnelendi. Oyunu izleyenler galeyana gelip olay çıkardı. Namık kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Bu kez kalebentlikle Magosa’ya sürgüne gönderildi.

Türk Edebiyatı'nda İlkleri

1876’da I. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döndü. Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu. Kanun-î Esasi’yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev aldı. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca Meclis-i Mebusan kapatıldı, Namık Kemal tutuklandı. Midilli Adası’na sürüldü. 1879’da Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle 1884’te Rodos, 1887’de Sakız Adası’na gönderildi. Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu’da Bolayır’da gömüldü. Şiirlerini küçük yaşlardan itibaren yazdı. Şinasi’yle tanışıncaya değin, şiirlerinde tasavvuf etkileri görülür. Bu dönemde özellikle Yenişehirli Avni, Leskofçalı Galib gibi şairlerden etkilendi. En önemli özelliklerinden biri, Türk şiiri divan şiirinin etkisinden kurtarmaya çalışması. "Vatan Şairi" diye de isimlendirildi.tiyatroya özel bir önem verdi, altoyun yazdı. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistre, Avrupa’da da ilgi uyandırdı ve beş dile çevrildi. İlk romanı "İntibah" 1876’da yayınladı. Ruhsal çözümlemelerinin, bir olayı toplumsal ve bireysel yönleriyle görmeye çalışmasının yanı sıra, dış dünya betimlemeleriyle de İntibah Türk romanında bir başlangıç sayılır. Romanı ve tiyatroyu toplumsal yaşama soktuğu gibi, edebiyat eleştirisini de Türkiye’ye ilk getiren kişilerden biri oldu. En önemli eleştiri eserleri Tahrib-i Harâbât ile Takip. Gazeteci olarak da Türk kültürü içinde önemli bir yeri var. Döneminin hemen hemen bütün yenilik yanlısı ve ilerici gazetelerinde yazıları yayınlandı. Siyasal ve toplumsal sorunlardan edebiyat, sanat, dil ve kültür konularına dek çok çeşitli alanlarda yazdığı makalelerin sayısı 500 kadar.

ESERLERİ

OYUN:
Vatan Yahut Silistre (1873, yeni harflerle 1940)
Zavallı Çocuk (1873, yeni harflerle 1940)
Akif Bey (1874, yeni harflerle 1958)
Celaleddin Harzemşah (1885, yeni harflerle 1977)
Kara Bela (1908)

ROMAN:
intibah(1876, yeni harflerle 1944)
cezmi (1880, yeni harflerle 1963)

Eleştiri
Tahrib-i Harâbât (1885)
Takip (1885)
Renan Müdafaanamesi (1908, yeni harflerle 1962)
İrfan Paşa’ya Mektup (1887)
Mukaddeme-i Celal (1888)

TARİHİ KİTAPLAR:
Devr-i İstila (1871)
Barika-i Zafer (1872)
Evrak-ı Perişan (1872, yeni harflerle 1973)
Kanije (1874)
Silistre Muhasarası (1874, yeni harflerle 1946)
Osmanlı tarihi (1889, ölümünden sonra, yeni harflerle 3 cilt, 1971-1974)
Büyük İslam tarihi , (1975, ölümünden sonra)

EVLİYA ÇELEBİ

EVLİYA ÇELEBİ
1611’de İstanbul’da doğdu. 1682’de, Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da öldüğü sanılıyor. Asıl adı evliya celebi Derviş Mehmed Zillî. Ailesi Kütahya'dan gelip saraya yerleşti. Babası sarayda kuyumcu olan Mehmet Zillî. Özel öğrenim gördü. Bir süre medresede okudu, babasından tezhip, hat ve nakış sanatlarını öğrendi. Musiki ile ilgilendi, hafız oldu. Enderuna alındı. Dayısı Melek Ahmed Paşa aracılığıyla Sultan 4'üncü Murat'ın hizmetine girdi. Gezmeye ilgisi çocukluğunda babasından ve yakınlarından dinlediği öyküler söylenceler ve masallardan kaynaklanır. Seyahatname’nin giriş bölümünde gezi merakını bir rüyaya bağlar. Kendi anlatımınına göre, bir gece rüyasında Hazreti Muhammed’i gördü. "Şefaat ya Resulallah" diye şefaat isteyecekken, şaşırıp "Seyahat ya Resulallah" dedi. Böylece birçok ülkeyi gezme, tanıma fırsatı bulduğunu yazar. 1635’te, yani 24 yaşındaki iken önce İstanbul’u dolaşmaya, gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. 1640’ta Bursa, İzmit ve Trabzon’u gezdi. 1645’te Kırım’a Bahadır Giray’ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı. 1646’da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa’nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan’ın, Gürcistan’ın kimi bölgelerini gezdi. Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648’te İstanbul’a dönerek Mustafa Paşa ile Şam’a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651’den sonra Rumeli’yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya’da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.

50 yıllık seyahat

gezileri leri 50 yıl sürdü. Gezilerinde karşılaştığı toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler yaptı. Kültürleri, günlük yaşayışları inceledi ve ünlü seyahatnamesinde yazdı. Seyahatname’nin üslubu, divan edebiyatı düz yazılarının tersine son derece sadedir. Dili kolayca anlaşılır. Konuşma diline yakın, akıcı bir üslup kullandı. Anlatımlarında kimi zaman mizah unsurlarına da yer verdi. Gözlemlerine, kendi düşünce ve çıkarmalarını da ekledi. Anlatımını belli bir zaman dilimiyle sınırlamadı. Seyahatname’de geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç içedir. Yapısı gereği Seyahatname bir kültürel derleme niteliğindedir. İçinde, gidilen yerlerde dinlenen halk öyküleri, , halk söylenceler, unsurları, giyim-kuşamla ilgili özellikler, düğün-cenaze törenleri, yerel oyunlar inançlar, komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat özellikleri de vardır. Ayrıca gezilen bölgelerdeki evler, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra, köprü gibi çevresel yapıları da inceler. Seyahatnamesi, yalnızca 17'nci Yüzyıl dünyası için değil, Kafkasya, Arap ülkeleri, Balkanlar ve Orta Avrupa bakımından da önemli bir tarıhsel sel cografya -kültür haritası niteliğindedir.

ESERİ:

Seyahatname (10 cilt. İlk sekiz cilt 1898-1928, son iki cilt 1935-1938)

Friedrich Nietzsche


Frédéric Nietzsche (Friedrich-Wilhelm) 18 Ekim 1844'te doğdu. Babası Karl Ludwig, Lutzen yakınlarındaki Rocken Protestan Kilisesi'nin papazıydı. Annesi Francesca Ehler'in de bir papaz ailesinden olması nedeniyle Nietzsche'nin çocukluğu saygı ve sevgi dolu hatta -Kant gibi- dindar bir çevrede geçti. Çocukluk yıllarının başlıca üzüntüsü, babasının sağlık durumunun genellikle kötü oluşuydu. Aradan zaman geçince babasının hastalığına tanı konması giderek güçleşti. Oğluna kalıtımsal olarak geçirdiği şiddetli migren ağrılarına, daha sonra çok çabuk ilerleyen bir beyin tümörünün neden olduğu sanılmaktadır. Baba Karl Ludwig, 30 Temmuz 1849'da hemen hemen körleşmiş olarak öldü. Katı geleneklere sahip kadınların onun bakımını üstlenmeleri nedeniyle, Nietzsche'nin duygularının derinliklerinde bu uzun ve bunalımlı yılların izi kalmıştır.

Nietzsche bu yıllarını, Namburg'da annesi, halaları ve genç kızkardeşinin (Elizabeth) yanında geçirdi. İlköğrenimini bu kentte (Bürgerschule) tamamladı. Çalışkan ve kendi halinde bir çocuktu. Küçük yaşta, dinin yeterli çözümler getiremediği sorunlara yöneldi. Varoluş nedenleri hakkında kendi kendisine sorular soruyordu genç Nietzsche. Bu türden soruları, Baudelaire, Edgar A. Poe ya da L. Pirandello gibi özel kişilikler de çocukluklarında sormuşlardı ve sonrasında kendilerinin, ailelerine karşı yabancılaştıklarını farketmişlerdi. Öğrenim sorunları nedeniyle Nietzsche, kendisine sahte bir Polonyalı soyağacı yaratmak zorundaydı. Ekim 1853'de altı yıl kalacağı Citadelle de Pforta Ortaokulu'na girdi. Bu süreç, gizli tutkuları değil, sorunsuz geçen bir altı yılı içerir. Burada yarı askeri yaşamının çekilmezliğine karşın doğaçlama çaldığı bestelerde huzur buldu.

İlk duraksamaları ortaokulun başlangıç yılında ortaya çıktı. On üç yaşında ilk otobiyografisini yazdı. Kötülük olgusu, daha o zamandan kafasını kurcalıyordu. Hiçbir adalete sığmayan, sayısız çatışma ve acılar iyi bir Tanrıya nasıl maledilebilirdi? Çocuğun küçük yaşta kaygı ile tanık olduğu, özellikle bedensel acı ve işkencelerin kaynağı neydi? Bu kuşkular Nietzsche'nin bilincinde gelişecek, dört yıl sonra, 1861 yılında ilk şiirinin esin kaynağı olacaktı. Bilinmeyen Tanrıya, yalnızca can sıkıntısından kurtulmak amacıyla uzaya dünyalar fırlatan ve sonrasında hiç aldırmaksızın onları kendi yazgılarıyla başbaşa bırakan o sanatçı Tanrı... Hıristiyan Tanrıdan, vicdanları dikkatle izleyen ve suçluluk duygusu dürtüsüyle onları doğru yola sokan ahlakçı Tanrıdan -Rousseau ve Kant'ın Tanrısından- daha şimdiden ne kadar da uzaklaşmıştı!

Öğrenimini bitirip diplomasını alan Nietzsche, Bonn Üniversitesi'ne kaydoldu. Ona yardım etmek için kendilerini bazı şeylerden mahrum eden iyiliksever kadınların kaygılarını azaltmak için ilahiyat derslerini izliyordu. Ama özellikle dilbilim ile ilgileniyordu. Bu öğrencinin olağanüstü yeteneklerini hemen farkeden doktor Ritschl'ın derslerinde Nietzsche, felsefesine gereksinim duyduğu yöntemi bulacaktı. Nietzsche Ren Nehri'nin romantik kıyılarının, Yedi Tepe'nin üzerindeki Saint-Jean'ın ışıklarının ve tartışmaların kavgaları izlediği tavernalardaki içki alemlerinin çekiciliğine karşın, daha büyük bir ilgi için Leipzig'e giden bu eşsiz ustanın (Ritschl) ardından Leipzig'e gitti. Burada, yaşamını etkileyecek iki önemli karşılaşma onu bekliyordu.

Schopenhauer'de beklediği cesur eğitimciyi buldu. Schopenhauer'in ‘Doyurucu Mantığın Yeterliliği’ adını verdiği dört aşamalı felsefesini açtığı ‘Bir Çeşit Arzu ve Temsil Dünyası’ adlı önemli yapıtını büyük bir açlıkla okudu. Bu yapıtın estetik yanını kabul ettiği gibi, metafizik yanını da kabul ediyordu. Zaten biri ötekine sıkı sıkıya bağlıydı. Ahlaki önyargıları ve yanılsamaları bir kez aştıktan sonra, dünya ona tadını çıkarabileceğimiz bir gösteri alanı gibi görünmeye başlamıştı. Çünkü aynı zamanda kendisinin seyircisi olmayı da öğreniyordu. Ama Apollon'un iyiliğinin sergilendiği bu parlak renkli örtünün arkasında, kişisel istekleri yansıtan tutkuları yüzünden kendisini parçalayan bir Tanrı da uç vermeye başlamıştı.

Nietzsche o zamanlar diğer pek çok insanda görüleceği gibi, ilk düellosunun yara izinden gurur duyan bir Alman öğrenciydi. (Yalnızca özel durumlarda oluşabilen romantik ortamlarda yaşanabilecek şeyleri Pirandello üzerine yaptığım biyografi çalışmasında gösterdim.) Nitekim Wagner'de bir konserden sonra ilk kez gittiği Leipzig'in romantik ortamından çok etkilenmiş ve Nietzsche gibi o da bu kenti, kendisini geliştirebileceği bir yer olarak görmüştü. Wagner'in Sahra Topçu Birliği'nde geçen bir yıllık askerlik görevi sonrasında, geri dönmekte acele ettiği Leipzig'de her ikisinin de dehasını kabul ettikleri Beethoven'a duydukları hayranlık onları birbirlerine yakınlaştırdı. Yaşam onları yan yana getirmişti.

Wagner, Lucerne yakınlarındaki Tribschen'e yerleşmişti. Orada, tıpkı at gezintisine çıkmış şişman kadınları andıran dağ manzaralarının düzensiz şekillerinin ardında gizlenen uyumu keşfetmek, büyük yapıtlar, özellikle ‘Dörtleme’sini bestelemek, bir de sadık dostu ve en iyi yorumcusu olan orkestra şefi Hans Von Bülow'un o zamanlar hâlâ karısı olan Cosima Lizst'e karşı duyduğu şiddetli aşkı saklama için sığınmıştı. Öte yandan Nietzsche'de, Ritschl'ın önerisi üzerine, Basel Üniversitesi'ne dilbilim hocası olarak atanır. Böylece, 17 Mayıs 1869'da başlayan ve Mayıs 1877'ye kadar süren verimli bir sıcak dostluk başlar. Bu aynı zamanda dışa vurulamayan yanlış anlaşılmaları içerecek bir süreç olacak ve sonuçta iki insan arasındaki bağ kopacaktır. Wagner bu sıcak yandaşın kendisine sağladığı olanakları, öncüsü olduğu öne sürdüğü müzikal devrimine katkıda bulunabilecek düşünce zenginliğini fark etmiş miydi? Kuşkusuz... Ama Cosima daha keskin görüşlüydü... Dehasına olan güveni yüzünden başı dönen bir kompozitöre arkadaşının üstünlüğünü nasıl kabul ettirebilirdi ki?

28 Mayıs 1869'da, Nietzsche coşkulu bir kalabalık önünde ‘Homeros ve Klasik Dilbilim’ hakkında muhteşem bir söylev verir. Felsefesi, araştırmaların anlaşılması güç duyguları, ‘Diogen Laerce’ üzerine doktora tezini hazırlayan genç bir dilbilimcinin düzeyi zaten yeterince şaşırtıcıdır. Fakat, herkesin hayran olduğu bu genç üstadın tehlikeli araştırmalara çoktan demir attığını kim aklına getirebilirdi ki? Dilbilim dersleri ve iki yıl boyunca okutulan "Yunan Trajedisi Döneminde Felsefenin Doğuşu" dersine ait notları, ancak ölümünden sonra ortaya çıkar. Ama başarısı da yadsınmaz. Daha 1870 yılında henüz 27 yaşındayken ordinaryüs profesörlük kürsüsüne çıkması bunun kanıtıdır.

Nietzsche'nin, ülkesi Almanya'nın yüceliğine inandığı bir dönemi vardır. Ama kısa sürede, bu yücelik Nietzsche için duyguların en sahtelerinden biri haline gelecektir. Oysa bir dönem yenik düşmüş Fransa'ya nasıl da acı bir alayla bakmıştı! İyi olmayan sağlık durumu, Metz'in kuşatılma harekâtında ona yalnızca cephede hastabakıcılık yapma olanağı verir. 1871 yılında Basel'deki öğretim üyeliği süreci yeniden başlar ve Wagner'e ‘Trajedinin Doğuşu’ adındaki yapıtının elle yazılmış metnini okur. Wagner ise, bu yapıtta yalnızca operasının savunmasını ve ortak hocaları Schopenhauer'in düşüncelerinin cesur bir yorumunu görmek istiyordu. ‘Çiçeron ve İtalya'da Rönesans’ın yazarı olan Jacob Burckhardt ile dostluğu da aynı yıl kurulmuştur. Burckhardt, Basel Üniversitesi'nde beğeni ve saygı görmektedir. O nedenle Nietzsche'nin Basel'i terk etme önerisini reddeder.

1872 yılında yayımlanan büyük yapıtı ‘Trajedinin Doğuşu’, Nietzsche'nin felsefesindeki farklılaşmanın ilk ciddi belirtisidir. Yunanlı felsefecilere karşı duyduğu merak, basit bir bakış açısı genişlemesi olarak yorumlanabilirdi. Nietzsche burada trajedi üzerine tartışmaları yeniden ele almakla sözcük köklerinden yola çıkarak, düşünce ve olguların içeriklerinin araştırılması için çaba harcanmasının gerekliliğini kavramıştı. Leipzig'deki ustası Schopenhauer, en sevdiği öğrencisinin düzeyi hakkında yanılmamıştır. Söz konusu olan, herkesin bir parçası olduğu yaşam denen trajik ve baş döndürücü oyun dünyasının yaratılışını keşfetmeye girişen Sokrates öncesi düşünürlerin portrelerinin iyi çizilmesi, dahası, varlığın olası olası üç düşüncesini Anaksimandros, Herakleitos ve Parmenides adları altında yerleştirmekti. O zamanda kadar geleneksel düşüncenin hiçbir itiraz görmeksizin hüküm sürdüğü Renevi felsefe geleneğinde, kendisine yönelik incitici bir kınama eğilimi de başlamıştı bu arada. Her şeyi değiştirmeyi isteyen ve tüm putları suçlayan sürekli bir saldırganlık yerine, birkaç itiraz söz konusuydu. Hoşgörüsüz bir konferansçının, Nietzsche'nin zaman aşımına uğramış ve köhneleşmiş olduklarını öne sürdüğü üniversiteler de buna dahildi.

1873 ve 1874'de ‘Zamansız Düşünceler’in ilk üç makalesi yayımlandı. (İlki David Strauss'a karşı sert bir saldırıydı... Oysa ikincisi özellikle kültüre ve tarihe saldırıyordu.) Bu yazılarla, meslektaşlarına ve öğrencilerine tüm türden tartışmalar için daha fazla beklemenin gereksiz olduğu mesajını veriyordu.

Meşalelerle Ren kıyılarına gidip, nehre karşı şarkılar söyleme ve kafa çekme zamanı sona ermişti! Nietzsche kendi yerini, dilbilime sadık kalan Erwin Rohde'a bırakmayı düşünüyordu. Gittikçe çoğalan baş ağrılarına eklenen görme bozuklukları, iyileşme umudunu iyice azaltmıştı ve babasının hastalığının izleri aklından çıkmıyordu. Lugano'da gerçekleşen ilk kısa görüşme bekleneni vermemişti.

1873 yılından sonra, Nietzsche'nin ruhsal kişiliğindeki bölünme açığa çıkmaya başlar. Durmadan gezinen bir gezgin ve ‘Bir’in ‘İki’ olduğu zamana kadar kendisine aşama aşama eşlik eden bir ‘Gölge’ye tanık oluruz. İşte ‘Zerdüşt’ bu günlerde beliriverecekti. Her şeyden yavaş yavaş kopmaktaydı. Yalnızlığa çekilmişti. Eski arkadaşlarının ‘Bayreuth’a yaptığı övgüyle şaşırttığı Wagner'den bile uzaklaşmıştı. Kopuş onu önce güneye, daha sonrada Bernina'nın buzullarına doğru götürdü. Kasım 1876'dan, Mayıs 1877'ye kadar Sorrente'deki ihtiyar arkadaşı Malvida von Meysenbug'un yanındaki ikamet tek molaydı. Malvida, Nietzsche ve Wagner'lere, uzun yakınlaşma gezileri düzenleyerek iki dostun arasındaki anlaşmazlığa son vermeyi düşünüyordu. Ona göre, düşünce ayrılıklarından doğan geçimsizliklerden çok, hastalıklı bir durum söz konusuydu. Fakat, denizin iki aklanının her iki yanında duran ‘Mutlu Adalar’ın gözüktüğü yalıyarların üzerinde yapılan gezintilerde, iki dostun arasında yalnızlık vardı. Amaçları artık ne kadar da ayrıydı! Wagner ‘Parsifal’in Hıristiyan ezgilerini dinliyordu... Nietzsche ise insanın dolaysız olarak Prométhéé'ye dönüşeceğini, henüz uzakta olan bir gelecekte ‘Üstinsan’ın yaklaştığını önceden seziyordu. ‘Gölge’ büyüyordu... Epomeo'nun doruğunda, sıkıntılı gemicilerin karşısında dikili bir fener gibi görünüyordu...

"Zerdüşt adanın tepesinden, sabahleyin erken saatte diğer kıyıya ulaşmak için yola çıktığında vakit gece yarısıydı... Çünkü gemiye binmek istediği yer orasıydı.
Bu kıyıda yabancı gemilerin demir atmaktan hoşlandıkları iyi bir koy vardı.
Bu gemiler denizi aşmak isteyen bazı kişileri Bienheureus adalarından beraberlerinde getirirlerdi.
Zerdüşt dağa tırmanırken yalnız başına yaptığı birçok yolculuğu düşünüyordu, daha önce ne çok tepe ve doruk aşmıştı..."

...Basel'e geri dönüşünü izleyen yıllar üzüntü ve umutsuzlukla doluydu. Terk edilmiş sıraların önünde, filozofun daha önce gözüpek düşüncelerinden geriye kalansa, bir parça avuntuydu. Adı ‘Bir İtiraf’ olan içtenlikli kitabını yazdı. Aslında bu kitabında, merhamet duygusundan ve tedirginlik duygusunun tuzaklarından yakasını sıyırmak için gösterdiği boş çabayı dile getirmemiş midir? Baden-Baden'de önerilen tedaviler işe yaramıyordu. Nietzsche rutubetli havaya ve yağmur ile nöbetleşe gelen sislere sabredemiyordu. Oysa Naumburg'da, kaygılı ve üzüntülü annesinin yanında geçirdiği kış daha da tehlikeliydi.

Nietzsche'nin yaşamındaki akışını belirleyecek karar saati gelip çatmıştı: Ciddi insanlar için bunun adı delilikti. Çünkü, Basel'in profesörünü şereflerin en büyüğüne taşıyabilecek parlak bir kariyerin terk edilişi başka türlü nasıl cezalandırılabilirdi ki? Nietzsche'nin öteden beri kendine özgü değer yargıları vardı...

Yaşamın değerlerine varoluşçulardan çok daha farklı bakıyordu. Onun kabul ettiği biricik şey, sahte olmayan tek değer olan dürüstlüktü. Belki de dönemin dışında bir sonsuzluk kabul etmiyor, bu sonsuzluğu kendi içinde yaratmak istiyordu.

On yıl sonra, "Filozof nedir?" diye kendi kendisine soracaktı. Bir filozof kendinden ne isteyebilirdi? Elbette, içinde bulunduğu zamanı aşıp, kalıcı olmayı. Bu en zor olanı başarabilmek için neler yapmalı, nelerle savaşmalıydı? Zamanı aşmak kolay olmayacaktı.

"Ben Wagner gibiyim, şimdiki zamanın insanıyla -gerilemekte olan-, tüm diğer insanlarla benim aramdaki tek fark, benim bu gerilemeyi anlamam ve buna karşı kendimi korumamdır"

Çabucak kabul edilen bir istifayı izleyen 1879 yılı daha az korkunç değildi. Bu yıl, hastanın ruh ve bedeninin, çaresi olmayan bir iflasa doğru sürüklendiğini açığa çıkaran yıldı. Çözümsüz bir hastalıktan kurtulmak için hangi tedaviye başvurmalıydı? Canlılığın fışkıran kaynakları yeniden nereden bulunmalıydı? Gerekli enerjiyi bulamadan, iradenin yapabileceği, kurtuluşu olmayan bir savaşta en son gücü tüketmekten başka bir şey olamazdı. Eski dostlar uzaklaştığına göre, başıboş gezgin, özlemini duyduğu anlayışlı yeni arkadaşlara nerede rastlayacaktı? O sıralar, hastalığına zorlanarak da olsa bir ritim kabul ettirebileceği inancıyla, düşüncesini karartan sislerden kaçıyor, açık havaları, kendisine iyi gelen hafif rüzgâr ve ışığı buluyordu. Ruhsal sağlığın dayanağı, ‘Ben ve O’nun arasındaki yok olan dengeyi yeniden yazmaya başladı. ‘Gezgin ve Gölgesi’nin göz kamaştırıcı özdeyişleri, aforizmalar dünyasının parlak doruk çizgileridir.

Hâlâ Almanların esiri olan Garda Gölü'nün kuzeyindeki en uç noktası, Riva'da, kısa bir süre kaldıktan sonra, Venedik'e, Peter Gast'ın yanına gitti. Bu kent belki sağlıksızdı, fakat Nietzsche için müziğin kendisiydi. Sadık dostuyla piyanoda dört elle doğaçlama çalınan ezgiler kendine gelmesini sağlıyordu. Hasta ve gittikçe çılgınlığın uçurumlarına dönük gözleri önünde, şimdiden büyük projelerin taslağı çizilmektedir. Marienbad kaplıcalarında geçirilen can sıkıcı bir yazdan sonra, iki arkadaş Cenova'da ortaya çıkacaklardır. Burckhardt'ın kendisine sözettiği soylu kent, bir zamanlar Kristof Kolomb ve arkadaşlarının maceraların en güzeline doğru yola çıktıkları bu capcanlı liman Nietzsche'nin tüm özlemlerini tatmin eder.

Bu sarayların her taşının içinde eşsiz bir kişiliğin damgası yer almaktadır. Cenova denize açıldığı gibi, geleceğe de bakan, çağrı ve çığlıklarla çınlayan bir kentti... Uzaklardaki topraklarda, Barcelona ve Sierrası'nda, havasının her zaman berrak olduğu Meksika ve çıplak yaylalarında, yola çıkma hazırlıklarında atılan çığlıklar arasında, güneşten kavrulmuş bir Afrika'nın serapları keşfedilir. Nietzsche de, hiçbir şeyin ölçülüp biçilmediği, her şeyin başka ve değişik olduğu bu misafirperver topraklara doğru demir almayı düşünüyordu.

Her yaz, Sils-Maria Gölü'nün kıyılarına geri döndüğü bu kent, beklenen buluşmaların da yeri olacaktı. Recoara ve Portofino arasında, geniş körfezin son bulduğu yerde ve Benina buzullarına doğru tırmanan Fex Vadisi'nde, ‘Zerdüşt’ün mesajını işitecekti. Kendi psikolojik durumunu, ‘Sabah Kızıllığı’ adlı yapıtında aydınlık, ‘Sevinçli Bilim’ adlı yapıtında ile içinin kararmış olduğunu söyleyerek yorumlar.

Fakat Nietzsche'nin geçmişteki takıntılardan kesin olarak kurtulması, bir daha geri dönmeyi düşünmemesi ve az rastlanan yazgısını tamamıyla tanımlayabilmesi için büyük bir ıstırap gerekliydi. Bu acı, arkadaşının gittikçe artan yalnızlığına üzülen Malvida von Maysenbug'dan geldi. Malvida'nin Nietzsche'ye 1822'de Roma'da genç bir Yahudi kızı olan Lou Andreas Salomé ile bir "karşılaşma" tertiplemesi, sadık dostun niyetine göre paylaşılacak bir aşkın hareket noktasından başka bir şey değildi. Önceleri, görünüşte coşkulu bir öğrenci olan bu kırılgan kız, çok çabuk biçimde cesur bir kimliğe kavuşur. Bu seçkin arkadaşın görevi, gezgini kendi kendisiyle barıştırmak ve onu yine bereketli Germen topraklarına yerleştirmektir. Gerçekten de bu şükran dolu aylar boyunca Nietzsche öğretmenlik yapmak için Viyana'ya ya da kimbilir belki de Basel'e geri dönmeyi hayal etmişti. Fakat ortamın baş döndürücü saatlerinin, zamanında Siedfried'in sözlerinin birbiri ardına sıralandığı Tribschen'in sessiz koridorlarında karşılıklı güven içerisinde yapılan itirafların yerini derhal bir düş kırıklığı alacaktı. Anlayışlılığıyla Nietzsche'nin karakterindeki birbirini tutmayan birçok görünümü ayırt eden Lou Salomé, sonunda onun doğasında olan aşırılıklardan, yanardağa benzeyen görünüşünden korkmuş ve onu frenleyemeceğini anlamıştı.

Malvida'nın verdiği öğütle, Wagner ve Nietzsche'yi barıştırmayı düşünüyordu. Oysa bu barış imkânsızdı. Nietzsche, Bayreuth'deki görüşmelerinde Lou Salomé'nin Wagner'in önünde diz çökmesini ihanet olarak yorumluyordu. Nietzsche'nin dramında ortaya çıkan diğer olayları yalnızca tahmini bir şekilde izleyebiliriz. Ona karşı gösterilen tüm davranışları tahmin etmek zorundayız. Kendi kendisini savunan bir arkadaş -Paul Rée- ya da başka bir kadının etkisini kuşkusuz kıskanan bir kız kardeşinki gibi...Şurası kesin ki, romantik bir kopuştur bu ve bir daha hiçbir arkadaşın gelip yalnız adamın masasına oturmayacağının kesin olarak bilinmesinin sonucudur. ‘Gölge’ ile yapılan diyalog o zaman başladı ve bu sürecin sonucunda, güzellik açısından Beethoven'ın IX. Senfonisi'ne eşdeğer bir başyapıtın yaratılması gerçekleşmiş oldu. Bu, bize yazgısıyla barışık olmayan bir Faust'un macerasını anlatan çok uzun bir şiirdir. Zaten peygamber bilmece gibi konuşmaktadır ve yalnızca gelecekteki insanlar, üç bin yılında yaşayacak olanlar mesajı anlayabileceklerdir. Yalnızca‘Üstinsan’ olmayı sağlayan, uçurumları aşan köprüyü bulabileceklerdir.

Bununla birlikte, Akdeniz'in geniş ufukları ve çam ağacının bulunduğu Bernina buzullarını çevreleyen karanlık dar vadiler arasında bölünmüş bir yaşam, bu gidişatı izliyordu. Fakat bir dansçının hafif adımlarını çağrıştıran kuzey rüzgârının estiği Nice kenti, Cenova'nın yerini almıştı. Cenova'nın sert ve rutubetli kışı, onun inatçı migren ağrılarını uyandırmıştı.

Nice'de yılın ortalama 220 günü yağışlı geçiyordu ve kent, Zerdüşt'ün özellikle tırmanmaktan hoşlanacağı kayalıklara sahipti. Burada mantığı tamamen yenilecek ve müzik başlangıç noktasına dönerek, ölümsüz şiirinin en güzel kıtalarını vurgulaya vurgulaya söyleyen bir dansa dönüşecekti:

"Gözlerinin içine baktım, ey hayat; altın parıltısı gördüm gece gözlerinde senin -hazdan yüreğim durdu:
-Bir altın kayığın parıldadığını gördüm gece sularında,
batan, çıkan, sallanan, yine çıkan bir altın kayığın!
Bir bakış baktın ki hora delisi ayaklarıma,
-gülen, saran, eriten, sarsan bir bakış:
Çalparanı o küçük ellerinde daha iki kez
tıngırdatmıştım ki, hora çılgınlığıyla sarsılmaya başladı ayaklarım."

Böylece bile bile çoğaltılan gerginliklerin egemenliği altına giren bir düşüncenin dramı yoğunlaşır. Biz, bu sayfalarda bunu anlatmaya çalıştık, bu dramın karşı konulamaz kasırgaya kadar gidişini işledik.

Evet, Nietzsche kendi rızasıyla Tanrı Dionysos'un izleyicisi olmakta, kendi karşıtlıkları tarafından yaralanmakta, tıpkı yok etmek için sürekli yaratan yaşam gibi, yılanın bir halkasını andıran, hızlanan zaman ‘Sonsuz Dönüş’ün simgesine dönüşmektedir.

Zerdüşt'ün tamamlanmasından sonra, dahi hastanın kafasındaki projeler birbirlerini hızla izlediler. Artık yalnızca arada sırada kontrol edebildiği coşkulu esin ile bunlardan bazıları gerçekleşmişti. Hem İngilizlerin psikolojik ahlak söylevlerini, hem de dinsel ve metafizik ahlak söylevlerini çürütmek isteyen ‘Salt Aklın Eleştirisi’ gibi gözüküyordu. Kant'ın düşüncesi, Nietzsche'ye gittikçe varılan son gibi gözüküyordu. Yeniden gözden acı veren bir dostluğun bilançosuna son noktayı koyan Wagner'in Şubat 1883'de Venedik'te meydana gelen ani ölümü gibi. Belki de Nietzsche, ‘Wagner'e Karşı’ adlı yergi yazısını, kendi içinde yok etmek istediği suçluluk duygusunu, içinde varolan korku ve kuşkuları yoketmek için yazmıştır. İnsanoğlunun safça bağlandığı putların maskelerini düşüren yapıtı ‘Putların Alacakaranlığı’ nda da bu kaygı vardır.

İşte o zaman, zorlama eleştiriler bir yana bırakılacak olursa, Zerdüşt'ün mesajı bir dinsizin beşinci İncil'i gibi görünür. Bu aynı dinsiz ‘Ecce Homo/İşte İnsan’ adındaki kitabında kendi kendisinin övgüsünü yapacaktır.

Kalan son arkadaşlarının ondan kaçışları böylece anlaşılır. İçlerinde, en hoşgörülü kişi olan Jacob Burckhardt bile Nietzsche'den kaçar. Burckhardt'ın düşüncesine göre, bir yazar yapıtının arkasında kalmalıdır. "Bencillik, tiksinti vericidir." der Pascal.

Alplerin çember biçimindeki siperi tarafından korunan ve çevrilen dağ eteğinin merkezinin canlandırıcı iklimine bağlı olan yatıştırıcı birkaç ay ve sonunda ortaya çıkan ilk başarılar sayesinde, dram Torino'da sonra erer. Danimarka'da George Brandés, Fransa'da Taine, yanına pusula almadan, belirsiz bir geleceğe atılan bu yalnız filozof hakkında konuşmaya başlar. Yandaşlar ortaya çıkar. Başka bir coşkulu deha, Strindberg, hayranlığı haykırır. Karl Spitteler'e göre ise Nietzsche, ‘Ateş Tanrısı Prométhéé’yi anımsatmaktadır. Eşsiz bir zekânın karardığı geceyi delip geçen ışıklar tehlikeli bir yolculuğun son bulacağı limanın değil, çok büyük bir yıkımın habercisidir. Ateşin yıkıcı evresi başlamaktadır.

Yoldan geçenlerin şaşkınlıkla tanık oldukları belirtiler 1888-1889 kışı süresince ortaya çıkar. Sahibinin dövdüğü bir atı Nietzsche'nin öptüğü bile görülmüştür. Eski arkadaşlarına gönderdiği anlaşılmaz mesajlardan en çarpıcısı Cosima Wagner'e gönderilmiş olan, "Ariane, sizi seviyorum." mesajı felaketin finali olur.

Basel'den koşup gelen Overbeck, Nietzsche'yi hemen Léna'daki bir hastaneye götürür. Eski bir Venedik müziğinin son kıtaları, ani öfke nöbetlerine maruz kalan ruhunda silinip gider. Tanı umutsuzdur... Fakat yardım çabuk gelir.

O andan sonra, büyük beyaz bir kefene sarılmış yarı ölü, neredeyse her zaman bilinçsiz olarak -annesi ve kızkardeşinin yanında- Naumburg'daki baba evinde yaşamaya başlar. Kişiliğini çoktan beri hzaman artık onun için durmuştur. Böylece 1897 yılında annesinin ölümünden kaynaklanabilecek acıdan kurtulur! Kız kardeşi onu çoğunlukla reddetmiş olduğu konulara karşı saygısının başladığı Weimar'a götürür. Zafer denilen şey işte budur!

Nietzsche için bu, hakaretlerin en büyüğü olur. 23 Nisan 1900'de bir bahar fırtınası kopar. Çoçukken onu çok korkutan yıldırımın gürültüsü Nietzsche'yi uykusundan mı uyandırmıştır? Ya da çok uzaktaki dönüşü olmayan alemlere mi götürmüştür? Uzun zamandan beri tedirgin edici halüsinasyonların yakasını bırakmadığı sabit bakan gözlerini, atalardan kalma bir el hareketi kapatır. Rocken'deki küçük mezarlığa gömülür.

(Kızkardeşi Elizabeth, evlendikten sonra gittiği Paraguay'dan döndükten sonra, Nietzsche'nin bakımını üzerine alır ve sonuna dek sürdürür. Nietzsche'ölün tarihi 25 Ağustos 1900'dür. Babasının yanına gömülür.)